DÜZCE DEPREMİNİN 16. YIL DÖNÜMÜ

12 Kasım Düzce Depreminin yıl dönümü dolayısıyla bir açıklama yapan Düzce Depremzedeler Derneği Başkanı Ayşegül Şenol Can “12 Kasım 1999 depreminden bu yana aradan geçen 16 yıl sonrasında hale depremin izlerinin silinmesini ve bir sonraki depreme hazırlıklı olduğumuz güvenini yaşama isteğimizi dillendirmek ihtiyacı duyuyoruz. Aradan geçen zaman hafızamızı zayıflatmış olabilir bu nedenle hatırlamak için şu soruyu sormak isteriz. Düzce’de 12 kasım 1999 da ne olmuştu; 17 Ağustos 1999 depremi olarak bildiğimiz ve asrın felaketi olarak adlandırılan bir depremden yara alarak çıkmıştık özellikle imar aflarından faydalanan binalarımız anında yıkılmıştı.270 kişiyi bu depremde kaybettik. Aradan 3 ay gibi kısa bir süre sonra 12 Kasım 1999 da 7.2 büyüklüğündeki hayatımızın her alanını kökünden etkileyen bir deprem daha yaşadık 980 kişiyi kaybettik. Depremlerle kaybettiğimiz tüm insanlarımızı rahmetle anıyoruz. Ne depremi nede kaybettiklerimizi unutmayacağız. Depremlerin ardında bizler için en önemli ihtiyaç sağlıklı ve güvenli barınma oldu. Çadırdan, prefabriğe, kalıcı konuta doğru yorucu ve uzun yıllar süren sorunlar yaşadık. Konut olsa okul yok hastane yok yol yok gibi yoklar içinde geçirdiğimiz ilk yıllar sonrasında gelen bitmek bilmeyen yatırımları beklemek ile geçen yılları unutmamız mümkün değil” dedi.
HASAR TESPİTLERİ SAĞLIKLI YAPILMADI
Can, 17 Ağustos ve 12 Kasım depreminde en önemli eksikliğin hasar tesbitlerinin sağlıklı ve güvenli yapılmadığını belirterek “İki deprem arasında vatandaşların yetkililerce evlerine girmeye zorlanmaları gerekse sağlıklı ve güvenli yapılmayan hasar tesbitlerine aldanan vatandaşların geçici önlemlerle evlerine girmelerine göz yumulması ile can kayıpları yaşadık. 12 kasım depreminden yaklaşık 12 yıl sonra bu kere ülkenin bir başka bölgesinde yaşanan Erciş ve Van depremlerinde de benzer bir durum yaşandı ve insanlar yine binalara girmeleri konusunda yetkililerce yüreklendirildiler ve sonuç aynı oldu. Demek ki biz aslında yaşadıklarımızdan ders almıyoruz. Umarız bizim yaşadığımız acı tecrübeler başka yerlerde yaşayanlara bir şekilde önlem olur, ders olur. Ancak tabi ki bu kendiliğinden olmuyor, gelişmekte olan ülkeler içinde ön sıralarda yer almamıza rağmen az gelişmiş ülkeler ile aynı şekilde yüksek oranda depremden etkilenmemizi anlayabilmek mümkün değildir. Geçtiğimiz yüzyılda 1900’lü yıllarda ülkemizde 100 bin kişi meydana gelen depremlerde hayatını kaybetmiş, yaklaşık 500 bin bina yıkılmıştır” diye konuştu.
TARIM ARAZİLERİ YERLEŞİM ALANINA AÇILDI
Can 17 Ağustos ve 12 Kasımda yaşanan felaketlerin temel nedenlerini şu şekilde sıraladı “Bataklıkları verimli tarım arazilerini dere yataklarını yerleşime açmamız, kentsel planlamaya ve planlı büyümeye önem vermememiz, yapı denetiminden nasibini almamış binalar, zemine uygun olmayan yapı projeleri, usulsüz kat artış kararları, bilimselliği ve kamu yararını yok saydığımız sayısız düzenlemeler ve uygulamalar. İmar ve kentleşmede yaptığımız hatalar nedeniyle yeniden aynı acıları yaşamamak adına deprem gerçeğinin unutulmaması ve bizlerinde unutturmaması gerekmektedir. Bizler depremi unutsak dahi depremin kendisini unutturmayacağını bilmek durumundayız. Depreme karşı önceden önlem almak mümkündür. Bunun en kısa anlatımı ise bilimsel planlama, halkın katılımının sağlandığı planlama anlayışı ve kamu yararından vazgeçmemektir. Kişisel rant hesapları uğruna halkın yaşam hakkından ve güvenli yapılaşmadan vazgeçmemektir. Yapı denetiminin her aşamasını kamusallaştırmak herkesin müdahil olabileceği süreçler haline getirmek keyfiyetten hatırdan yandaşa sağlanan rant hesaplarından kurtarmaktır. 12 Kasım depreminden bu yana yıkılan ve yapılan bina sayısı ve artan nüfus nazara alındığında yeniden yapılanma ile ilgili olarak öncelikle yapmamız gereken planlı gelişme için imar planlarımız zemin bilgisini de içerecek şekilde revize edilmesi idi ve imar planı revize edildi. Ancak gördük ki Düzce’nin merkezinin zemini bina ve insan yoğunluğunu kaldıracak bir kapasiteye sahip değil. Bunun için konut gelişme alanlarını kalıcı konutlarında yapıldığı şehrin Kuzeye doğru önermek gerekmekteydi. Yeni plan bunu yaptı. Ancak depremden arta kalan ve halen ayakta kalan merkezdeki binaların sağlamlaştırılması gerekmekteydi. Fakat sağlam zeminlere doğru gelişme kendiliğinden olmayacağı için bunun özendirilmesi gerekmekteydi fakat biz bunu o günkü koşullarda yapamadık. Kamu binalarını aynı merkeze yaptık ancak riskli zeminlerdeki yoğunluğu düşüremedik. Kuzey kısmın yol ve ulaşım bağlantılarını yıllarca askıda bırakarak iki alanın birbiri ile entegre olmasını sağlayamadık. Bugüne kadar geldiğimiz süreçte merkezdeki yapılarla ilgili hala çeşitli endişelerimiz var. Gerek hasar tespitlerinin güvensizliği gerek orta hasarlı binaların onarımı yaşanan kaynak mevzuat mühendislik ve denetimden gelen sorunlar hala daha tam anlamıyla çözümlenmedi. Konu hakkında doğrudan yetki ve karar sahibi Afad-Çevre şehircilik Bakanlığı Belediye-Valilik yeniden elden geçirme ve değerlendirme yapmak konusunda bir çalışma yapmak zorundalar.Yapılan onarımlar-verilen ruhsatlar ve bina envanteri konusunda topluma bilgi vermek ve gelinen aşamayı anlatmak zorundalar. 1999 depremleri sonrasında şehirde sürekli planlı alanlarda bir artış görmekteyiz.Ancak bu büyüme verimli tarım arazileri üzerinde olmakta şehrin gelişmeye açık alanlarından ziyade yoğunluğun azaltılması gereken riskli zeminlerde tarım arazilerinde hızla yapılaşma büyümektedir. Bu alanlarla ilgili afet duyarlılığını öne çıkaran planlamalar yapılmamaktadır.
Günümüzde bilimin ve teknolojinin ulaştığı standartlar gereği her zeminde her türlü bina yapılabilir. Problem ise her zeminde tek tip bina yapamayacağımız için yapı yapma kültürü kullandığımız malzeme teknoloji gibi pahalı olan yöntemleri kolaylıkla hayatımıza sokamadığımız üstelik denetim mekanizmalarındaki güvensizlik sebebiyle kat sayısını sınırlandırmak gerekmektedir. Riskli zeminlerde mümkün olan en iyi korunma yöntemi şuanda kat sayısını sınırlandırılmasıdır. Görüyoruz ki Düzce’nin bazı bölgelerinde gerek TOKİ uygulaması eliyle gerekse özel yatımlar eliyle katlı binalar yapılmaktadır. Endişemiz zemine uygun temel seçilip- seçilmediği, doğru projelendirilip-projelendirilmediği ve yapı denetimi hizmeti alıp almadığıdır.”.
YAPI DENETİMİ YÜKÜMLÜLÜKLERİ YERİNE GETİRİLSİN
Ayşegül Şenol Can, yapı denetimi ile ilgili olarak ise “Bu nedenle bir kez daha kamuoyu ile paylaşmak isteriz ki; 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 Depremleri sonrası yapılan yeni düzenlemelerle getirilen yapı denetim uygulaması ile inşaat ve iskan ruhsatı verme yetkisinin halen belediye ve valiliklerde olması sebebiyle ruhsat vermekten gelen kamunun yapı denetimi yapma denetleme sorumluluğu devam etmektedir. Yani bir deprem olsa ve binada can ve mal kayıpları olsa bundan birinci derecede sorumlu olan yine kamu kurumu olan belediye ve valiliklerdir. Bunun unutulmaması ve yapı denetimi yükümlülüğünü yerine getirmelerini hatırlatmak isteriz. Kamu binaları ile TOKİ eliyle yapılan binalar yapı denetim kapsamı dışında kalmıştır. Her iki depremde gördük ki kamu binaları en çok hasar alan binalar sınıfındaydı.Denetim mekanizmasında bir sorun olduğu ortadadır.Ancak olan olduğu gibi devam etmekte olup önemli bir değişiklik olmaması endişe vericidir. Afetle ilgili tüm dertlere karşı bir "ilaç" olarak sunulan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun`un, uygulandığı süre içinde şehrimizde hasarlı binaların güvenli hale gelmesi adına hiçbir uygulama göremiyoruz. Bu yasa ile mevcut ve sağlıksız yapı stoğunu dönüştürülmesi mümkün olmamıştır, kaldı ki ilimiz genelinde de bu yasa kapsamında deprem risklerini minimuma indirmeyi hedefleyen bir uygulama yapılmamıştır. Yapılan ve yapılacağı konuşulan kentsel dönüşüm uyguları depremle zarar gören şehir parçaları ve arada kalan tek tek binaların sorununun nasıl çözüleceğine dair çözümler içermemektedir. Vatandaşın kendi kararına bırakılan tek tek uygulamalar şehrin temel yapılaşma risklerine çözüm üretmekten uzaktır” dedi.