kedi parfümü petshop

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler

KADINA YÖNELİK ŞİDDET KÜRESEL BİR SORUN

DİĞER (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 20.10.2015 - 10:42, Güncelleme: 30.06.2021 - 18:15
 

KADINA YÖNELİK ŞİDDET KÜRESEL BİR SORUN

Dünyada her dört kadından birinin, Türkiye’de ise her üç kadından birinin şiddet gördüğü belirtildi.

Düzce Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Sosyoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, son yılların önemli gündem maddelerinden biri olan kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri konusuna ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Kadına yönelik şiddetin sadece Türkiye’de değil gelişmişlik seviyesindeki bütün ülkelerde yaşanan küresel bir sorun olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, “Kadına yönelik şiddet cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, ruhsal ve cinsel hasarlarla sonuçlanma ihtimali bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır” dedi. Şiddetin tek bir nedene indirgenerek açıklanması ve algılanmasının bilimsel gerçeklerle bağdaşmayacağını söyleyen Kılıç, sosyolojik olarak kadına yönelik şiddetin fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet ve cinsel şiddet başlıkları altında incelenmesi gerektiğini belirtti. Kılıç, her türlü fiziksel etkiyi içinde barındıran toplumsal yapı ve kadın cinayetlerinde en çok ön plana çıkan farkındalık oluşturulan şiddet türünün fiziksel şiddet olduğunun altını çizdi. Toplumsal cinsiyet kavramının günümüzde kadın-erkek eşitsizliği anlayışı açısından oldukça önemli olduğunu vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, “Cinsiyetimiz doğal, biyolojik ve değişmez iken, toplumsal cinsiyet, insan tarafından icat edilen, zamana, kültüre ve aileye göre değişebilmektedir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet kavramı, toplumsal cinsiyet rollerini beraberinde getirmektedir” dedi. Kız ya da erkek olarak dünyaya gelen her bireyin, yaşadığı toplumda kadına ya da erkeğe dönüştürüldüğünü ve hayatı boyunca, içinde yaşadığı kültürel yapıdaki rollere uygun davranmasının beklendiğini belirten Kılıç, şöyle konuştu: “Toplumsal olarak kadın ve erkeğe dönüştürülme süreci öğrenmeyle ilgili ise, şiddetin temelindeki saldırganlık güdüsü öğrenme temellidir ve sosyalleşme sürecinde öğrenilir. Bu anlamda kadın-erkek eşitsizliği algısı kadına yönelik şiddeti arttıran temel geleneksel değerlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Erkek algısında şiddet sorun olarak görülmüyorsa ve sorun çözmenin aracı olarak onay görürse meşrudur. Yani burada şiddetin sosyalleşme aracı olarak görülmesi söz konusudur.” ÜÇ KADINDAN BİRİ ŞİDDET GÖRÜYOR Şiddetin sosyalleşme aracı olarak doğal hale gelmesinde ataerkil yani erkek egemen toplumsal yapının etkisinin de büyük olduğunu anlatan Kılıç, “Kadına yönelik şiddetin ataerkil toplumlarda daha fazla görüldüğünü iddia etmek yanlış olur. Ama şu tespit önemlidir. Ataerkil toplumlarda kadına yönelik fiziksel şiddet daha fazla denilebilir. Yapılan araştırmalarda dünyada her dört kadından biri, Türkiye’de her üç kadından biri şiddet görmektedir. Bu durumdan hareketle modern toplumlarda da şiddetin farklı versiyonlarıyla kadınların karşılaşması söz konusudur” diye konuştu.  Kadına yönelik şiddetin sosyolojik nedenlerinde, toplumun sosyal ve kültürel kodlarının önem taşıdığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, bu bağlamda; “Kızını dövmeyen dizini döver, Kocandır, sever de döver de, Dayak cennetten çıkmadır" gibi söylemler ve kalıplaşmış anlayışların şiddetin toplumsal zihniyete dönüşmesinde etkili olduğunu vurguladı. KADIN CİNAYETLERİ Kadın cinayetlerinin temelindeki kolektif şuurun etkisinin öneminden bahseden Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günümüzde kadın üzerinde, boşanmaların geleneksel baskısının azaldığı (dulluk, damgalanma, potansiyel tehlike gibi) boşanma olgusunun arttığı yapılan bilimsel araştırmalarda ve TÜİK araştırmalarında belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Boşanma olgusu hukuksal anlamında kadına özgürlük imkanı sağlarken, sosyal anlamda ne yazık ki o özgürlüğün sınırlandırıldığını söylemek mümkündür. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının ve çeşitli kurumların bu konulara hassasiyetle yaklaşmaya çalıştığı ve kadına şiddete karşı politikalar geliştirdiği kamuoyunda gözlenmektedir. İletişim araçlarında kadın cinayetleri üzerine haberlerin yoğun olarak gösterilmesi, kadınların güvenlik kuvvetleri tarafından yeterince korunamaması ve hukuksal müeyyidelerin caydırıcılığının yeterli olmaması gibi unsurlar kadın cinayetlerine yönelten sebeplerin açık yönünü oraya koymaktadır.”  Kadın cinayetlerinde kolektif şuurun gizli yönlerinden olan mahalle baskısının etkisinin yadsınamayacağını söyleyen Kılıç, bir çiftin boşanma sürecinde bilirkişi olarak incelemelerde bulunduğunu belirterek şöyle konuştu: “Boşanma olgusu gerçekleştikten sonra peyderpey kadın ve erkekle görüşmelerimiz ayrı ayrı devam etmiştir. Yaklaşık 5 aylık bir sürecin sonunda kişilik yapısı olarak sakin, mütevazi, beyefendi olarak tabir ettiğim adamın bir canavara dönüştüğü ve kadına telefonda tehdit söylemlerinde bulunduğu, iş çıkışında kadını takip ettiği ve üzerinde kesici aletler bulundurduğu tespit edilmiştir. Bu sürecin doğmasına etki eden unsurları analiz ettiğimizde adamın sosyal çevresi tarafından küçük düşürüldüğü, ‘Herkes televizyonlarda erkekliğini kanıtlıyor, sen neden gerekeni yapmıyorsun?’ gibi tahrik içerikli baskılara maruz kaldığı tespit edilmiştir.”  Kadın cinayetlerine yönelten diğer sebeplerin arasında bencillik duygusu, sapkınlık, örselenmiş kimlikler, psikolojik sıkıntıların olduğunu ve bu gibi unsurların arkasında yatan sosyal durumların göz ardı edilemeyeceğini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Kılıç, yapılan araştırmalarda eğitim durumu arttıkça, fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadın oranının genel olarak azaldığını, ancak yükseköğrenim görmüş kadınların sosyoekonomik statülerinin yükselmesiyle birlikte, kadınların şiddet yaşadıklarını itiraf etmelerinin zorlaşabileceğine dikkat çekti. Yrd. Doç. Dr. Kılıç, kır-kent ayrımında, statü ayrımında, nikah türü ayrımında veya kadının çalışıp çalışmamasına göre fiziksel şiddetin artıp azalmasının söz konusu olduğunu söyledi. Kılıç, geçen yıl yapılan “Toplumsal Bir Paradigma Olarak Şiddetin Sıradanlaşması ve Şiddeti Azaltma Yolları: Düzce Örneklemi” adlı araştırmayla elde ettiği bazı sonuçları şöyle paylaştı:  “Araştırma projesinde lise çağı gençliğinin şiddet algısı analiz edilmeye çalışılmış ve toplumsal cinsiyet ayırımı olmadan şiddet olarak fiziksel şiddetin etkisinin söz konusu olduğu tespit edilmiştir. Gençlere sorulan sorularda ‘Kızını dövmeyen dizini döver’ söylemine kız çocuklarının da katıldığını, evde eşe karşı (anneye) şiddet kullanıldığında ya da dövüldüğünde anne ne yapmalıdır? sorusuna kız çocuklarının yüzde 20’sinin ve erkek çocuklarının yüzde 30’a yakınının annenin çocukları için her şeye katlanması gerektiğini belirtmesi düşündürücüdür.” MEDYADA ŞİDDET, BİR ÖRNEK MODEL OLARAK SUNULMAMALI Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde topluma, kurum ve kuruluşlara düşen sorumluluklardan bahseden Yrd. Doç. Dr. Kılıç, sözlerine şöyle devam etti: “Genel olarak toplumsal ve kültürel yapıdaki şiddetin bir çözüm aracı olarak kullanılmasının önüne geçilmelidir. Eğitim salt formel okul kurumlarında değil, yayın öğretim teknikleriyle ve medyanın pozitif etkinliği ile sağlanmalıdır. Medyada üretilen kültürel ürünler, diziler ve programlarda şiddet, bir örnek model olarak sunulmamalıdır. Ailede, okulda ve iş yerlerinde şiddet olgusunun en aza indirgenmesi için kadın, erkek ve çocukların uzman sosyologlar tarafından eğitilmesi gereklidir.”  Toplum Destekli Polislik Şubelerinin bu konuda önleyici tedbirleri arttırması için uzmanlaşmasının yanı sıra personelinin arttırılmasının gerekliliğine vurgu yapan Kılıç, “Aile Danışmanlık Merkezlerinin de daha işlevsel hale getirilmesi gereklidir. Ailenin bütün sorunlarına ilişkin, ailelerin bu merkezlere danışmalarının sağlanması gerekmektedir. Ailelere yönelik farkındalık ve bilinçlilik programı uygulanmalıdır” diye konuştu. Üniversitelerde, kadına yönelik şiddet konusunda alanında uzman sosyologlar yönetiminde Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezleri açılmasının ve bu merkezlerde amacına uygun bilimsel araştırmalar yapılmasının gerektiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, bu araştırmaların kurum ve kuruluşlar tarafından örnek alınıp desteklenebileceğini ifade ederek açıklamalarını sonlandırdı.
Dünyada her dört kadından birinin, Türkiye’de ise her üç kadından birinin şiddet gördüğü belirtildi.

Düzce Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Sosyoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, son yılların önemli gündem maddelerinden biri olan kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri konusuna ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
Kadına yönelik şiddetin sadece Türkiye’de değil gelişmişlik seviyesindeki bütün ülkelerde yaşanan küresel bir sorun olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, “Kadına yönelik şiddet cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, ruhsal ve cinsel hasarlarla sonuçlanma ihtimali bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır” dedi.
Şiddetin tek bir nedene indirgenerek açıklanması ve algılanmasının bilimsel gerçeklerle bağdaşmayacağını söyleyen Kılıç, sosyolojik olarak kadına yönelik şiddetin fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet ve cinsel şiddet başlıkları altında incelenmesi gerektiğini belirtti. Kılıç, her türlü fiziksel etkiyi içinde barındıran toplumsal yapı ve kadın cinayetlerinde en çok ön plana çıkan farkındalık oluşturulan şiddet türünün fiziksel şiddet olduğunun altını çizdi.
Toplumsal cinsiyet kavramının günümüzde kadın-erkek eşitsizliği anlayışı açısından oldukça önemli olduğunu vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, “Cinsiyetimiz doğal, biyolojik ve değişmez iken, toplumsal cinsiyet, insan tarafından icat edilen, zamana, kültüre ve aileye göre değişebilmektedir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet kavramı, toplumsal cinsiyet rollerini beraberinde getirmektedir” dedi.
Kız ya da erkek olarak dünyaya gelen her bireyin, yaşadığı toplumda kadına ya da erkeğe dönüştürüldüğünü ve hayatı boyunca, içinde yaşadığı kültürel yapıdaki rollere uygun davranmasının beklendiğini belirten Kılıç, şöyle konuştu: “Toplumsal olarak kadın ve erkeğe dönüştürülme süreci öğrenmeyle ilgili ise, şiddetin temelindeki saldırganlık güdüsü öğrenme temellidir ve sosyalleşme sürecinde öğrenilir. Bu anlamda kadın-erkek eşitsizliği algısı kadına yönelik şiddeti arttıran temel geleneksel değerlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Erkek algısında şiddet sorun olarak görülmüyorsa ve sorun çözmenin aracı olarak onay görürse meşrudur. Yani burada şiddetin sosyalleşme aracı olarak görülmesi söz konusudur.” ÜÇ KADINDAN BİRİ ŞİDDET GÖRÜYOR
Şiddetin sosyalleşme aracı olarak doğal hale gelmesinde ataerkil yani erkek egemen toplumsal yapının etkisinin de büyük olduğunu anlatan Kılıç, “Kadına yönelik şiddetin ataerkil toplumlarda daha fazla görüldüğünü iddia etmek yanlış olur. Ama şu tespit önemlidir. Ataerkil toplumlarda kadına yönelik fiziksel şiddet daha fazla denilebilir. Yapılan araştırmalarda dünyada her dört kadından biri, Türkiye’de her üç kadından biri şiddet görmektedir. Bu durumdan hareketle modern toplumlarda da şiddetin farklı versiyonlarıyla kadınların karşılaşması söz konusudur” diye konuştu. 
Kadına yönelik şiddetin sosyolojik nedenlerinde, toplumun sosyal ve kültürel kodlarının önem taşıdığını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, bu bağlamda; “Kızını dövmeyen dizini döver, Kocandır, sever de döver de, Dayak cennetten çıkmadır" gibi söylemler ve kalıplaşmış anlayışların şiddetin toplumsal zihniyete dönüşmesinde etkili olduğunu vurguladı.

KADIN CİNAYETLERİ
Kadın cinayetlerinin temelindeki kolektif şuurun etkisinin öneminden bahseden Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günümüzde kadın üzerinde, boşanmaların geleneksel baskısının azaldığı (dulluk, damgalanma, potansiyel tehlike gibi) boşanma olgusunun arttığı yapılan bilimsel araştırmalarda ve TÜİK araştırmalarında belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Boşanma olgusu hukuksal anlamında kadına özgürlük imkanı sağlarken, sosyal anlamda ne yazık ki o özgürlüğün sınırlandırıldığını söylemek mümkündür. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının ve çeşitli kurumların bu konulara hassasiyetle yaklaşmaya çalıştığı ve kadına şiddete karşı politikalar geliştirdiği kamuoyunda gözlenmektedir. İletişim araçlarında kadın cinayetleri üzerine haberlerin yoğun olarak gösterilmesi, kadınların güvenlik kuvvetleri tarafından yeterince korunamaması ve hukuksal müeyyidelerin caydırıcılığının yeterli olmaması gibi unsurlar kadın cinayetlerine yönelten sebeplerin açık yönünü oraya koymaktadır.” 
Kadın cinayetlerinde kolektif şuurun gizli yönlerinden olan mahalle baskısının etkisinin yadsınamayacağını söyleyen Kılıç, bir çiftin boşanma sürecinde bilirkişi olarak incelemelerde bulunduğunu belirterek şöyle konuştu: “Boşanma olgusu gerçekleştikten sonra peyderpey kadın ve erkekle görüşmelerimiz ayrı ayrı devam etmiştir. Yaklaşık 5 aylık bir sürecin sonunda kişilik yapısı olarak sakin, mütevazi, beyefendi olarak tabir ettiğim adamın bir canavara dönüştüğü ve kadına telefonda tehdit söylemlerinde bulunduğu, iş çıkışında kadını takip ettiği ve üzerinde kesici aletler bulundurduğu tespit edilmiştir. Bu sürecin doğmasına etki eden unsurları analiz ettiğimizde adamın sosyal çevresi tarafından küçük düşürüldüğü, ‘Herkes televizyonlarda erkekliğini kanıtlıyor, sen neden gerekeni yapmıyorsun?’ gibi tahrik içerikli baskılara maruz kaldığı tespit edilmiştir.” 
Kadın cinayetlerine yönelten diğer sebeplerin arasında bencillik duygusu, sapkınlık, örselenmiş kimlikler, psikolojik sıkıntıların olduğunu ve bu gibi unsurların arkasında yatan sosyal durumların göz ardı edilemeyeceğini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Kılıç, yapılan araştırmalarda eğitim durumu arttıkça, fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadın oranının genel olarak azaldığını, ancak yükseköğrenim görmüş kadınların sosyoekonomik statülerinin yükselmesiyle birlikte, kadınların şiddet yaşadıklarını itiraf etmelerinin zorlaşabileceğine dikkat çekti.
Yrd. Doç. Dr. Kılıç, kır-kent ayrımında, statü ayrımında, nikah türü ayrımında veya kadının çalışıp çalışmamasına göre fiziksel şiddetin artıp azalmasının söz konusu olduğunu söyledi. Kılıç, geçen yıl yapılan “Toplumsal Bir Paradigma Olarak Şiddetin Sıradanlaşması ve Şiddeti Azaltma Yolları: Düzce Örneklemi” adlı araştırmayla elde ettiği bazı sonuçları şöyle paylaştı: 
“Araştırma projesinde lise çağı gençliğinin şiddet algısı analiz edilmeye çalışılmış ve toplumsal cinsiyet ayırımı olmadan şiddet olarak fiziksel şiddetin etkisinin söz konusu olduğu tespit edilmiştir. Gençlere sorulan sorularda ‘Kızını dövmeyen dizini döver’ söylemine kız çocuklarının da katıldığını, evde eşe karşı (anneye) şiddet kullanıldığında ya da dövüldüğünde anne ne yapmalıdır? sorusuna kız çocuklarının yüzde 20’sinin ve erkek çocuklarının yüzde 30’a yakınının annenin çocukları için her şeye katlanması gerektiğini belirtmesi düşündürücüdür.”

MEDYADA ŞİDDET, BİR ÖRNEK MODEL OLARAK SUNULMAMALI
Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde topluma, kurum ve kuruluşlara düşen sorumluluklardan bahseden Yrd. Doç. Dr. Kılıç, sözlerine şöyle devam etti: “Genel olarak toplumsal ve kültürel yapıdaki şiddetin bir çözüm aracı olarak kullanılmasının önüne geçilmelidir. Eğitim salt formel okul kurumlarında değil, yayın öğretim teknikleriyle ve medyanın pozitif etkinliği ile sağlanmalıdır. Medyada üretilen kültürel ürünler, diziler ve programlarda şiddet, bir örnek model olarak sunulmamalıdır. Ailede, okulda ve iş yerlerinde şiddet olgusunun en aza indirgenmesi için kadın, erkek ve çocukların uzman sosyologlar tarafından eğitilmesi gereklidir.” 
Toplum Destekli Polislik Şubelerinin bu konuda önleyici tedbirleri arttırması için uzmanlaşmasının yanı sıra personelinin arttırılmasının gerekliliğine vurgu yapan Kılıç, “Aile Danışmanlık Merkezlerinin de daha işlevsel hale getirilmesi gereklidir. Ailenin bütün sorunlarına ilişkin, ailelerin bu merkezlere danışmalarının sağlanması gerekmektedir. Ailelere yönelik farkındalık ve bilinçlilik programı uygulanmalıdır” diye konuştu.
Üniversitelerde, kadına yönelik şiddet konusunda alanında uzman sosyologlar yönetiminde Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezleri açılmasının ve bu merkezlerde amacına uygun bilimsel araştırmalar yapılmasının gerektiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Metin Kılıç, bu araştırmaların kurum ve kuruluşlar tarafından örnek alınıp desteklenebileceğini ifade ederek açıklamalarını sonlandırdı.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve haber380.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.